Yapay zekâ (AI) devrimi, insanlığın en büyük zorluklarından biriyle karşı karşıya: Muazzam bir enerji talebi. Büyük dil modellerini ve karmaşık makine öğrenimi sistemlerini eğitmek, gezegenimizin enerji altyapısı üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı yaratıyor ve sürdürülebilirlik tartışmalarını alevlendiriyor. Peki ya yapay zekâyı ölçeklendirmenin en iyi yeri Dünya değil de uzaysa? Google araştırmacılarından oluşan bir ekip, tam da bu radikal sorunun peşine düştü ve bu fütüristik vizyonun önündeki teknik zorlukları aşmak için önemli ilerlemeler kaydetti.
Sorun: Yapay Zekânın Doymak Bilmeyen Enerji İhtiyacı
Yapay zekâ modelleri büyüdükçe, ihtiyaç duydukları işlem gücü ve bu gücü beslemek için gereken elektrik enerjisi de katlanarak artıyor. Dünya üzerindeki veri merkezleri, şimdiden küresel elektrik tüketiminin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Bu devasa enerji talebini karşılamak için daha fazla fosil yakıt yakmak, iklim değişikliğiyle mücadele hedefleriyle doğrudan çelişiyor. İşte tam bu noktada, Google’ın Project Suncatcher (Güneş Yakalayıcı) adını verdiği yeni uzay misyonu devreye giriyor.
Konseptin temel mantığı oldukça basit ve bir o kadar da çarpıcı: Güneş, insanlığın tüm elektrik üretiminin 100 trilyon katından daha fazla güç üretiyor. Dünya’nın atmosferi ve gece-gündüz döngüsü nedeniyle bu enerjinin sadece küçük bir kısmını kullanabiliyoruz. Oysa yörüngede, güneş panelleri Dünya’daki benzerlerine göre sekiz kat daha verimli olabiliyor. Bulutlar, hava koşulları veya gece faktörü olmadan, ağır batarya depolama sistemlerine ihtiyaç duymadan neredeyse kesintisiz enerji üretebiliyorlar.
Project Suncatcher, yapay zekânın bu devasa enerji talebini, doğrudan güneş sisteminin nihai güç kaynağına başvurarak çözmeyi amaçlıyor. Google tarafından yayınlanan yeni bir araştırma makalesi, bu yoldaki teknik zorlukların aşılması yönünde kaydedilen ilerlemeyi detaylandırıyor.

Çözüm: Güneşle Eşzamanlı Yörüngede Lazerle Bağlı Uydular
Önerilen sistem, işlemcilerle donatılmış ve lazer tabanlı optik bağlantılarla birbirine bağlanan, güneş enerjili uydu takımyıldızlarını öngörüyor. Bu uyduların, güneşle eşzamanlı bir alçak Dünya yörüngesinde (sun-synchronous LEO) çalışması planlanıyor. Bu özel yörünge seçimi, uyduların yörüngeleri boyunca neredeyse sürekli güneş ışığı altında kalmasını sağlıyor. Bu durum, güneş enerjisi toplanmasını en üst düzeye çıkarırken, Dünya’daki sistemler için zorunlu olan ve maliyeti artıran ağır batarya gereksinimlerini en aza indiriyor.
Ancak uzay tabanlı bir yapay zekâ altyapısını uygulanabilir kılmak, birkaç zorlu mühendislik engelinin aşılmasını gerektiriyor.
Zorluk 1: Uzayda Veri Merkezi Hızına Ulaşmak
İlk ve belki de en büyük zorluk, uydular arasında veri merkezi ölçeğinde iletişim hızlarına ulaşmak. Dünya’daki veri merkezlerinde, binlerce işlemci birbirine yüksek hızlı fiber optik kablolarla bağlıdır. Büyük makine öğrenimi iş yükleri, görevlerin yüksek bant genişliği ve düşük gecikmeli bağlantılarla çok sayıda işlemciye dağıtılmasını gerektirir.
Uzayda, kablo olmadan Dünya merkezli veri merkezleriyle karşılaştırılabilir bir performans sunmak, uydular arasında saniyede on terabitleri (tens of terabits per second) destekleyen lazer bağlantılar gerektirir. Google’ın analizi, bunun yoğun dalga boyu bölmeli çoğullama (dense wavelength division multiplexing) ve uzamsal çoğullama (spatial multiplexing) teknolojileri kullanılarak başarılabilir olduğunu öne sürüyor. Bu teknolojiler, basitçe, birden fazla veri akışını farklı ışık frekanslarına (renklerine) bölerek tek bir lazer ışınına sıkıştırmak ve aynı anda birden fazla paralel lazer ışını kullanarak bant genişliğini katlamak anlamına gelir.
Ancak bu teknolojinin kritik bir gereksinimi var: Uyduların kilometre veya daha az mesafelerle ayrılmış, son derece sıkı bir formasyonda uçması gerekiyor. Araştırma ekibi, bu yaklaşımı saniyede toplam 1.6 terabit iletime başarıyla ulaşan bir laboratuvar ölçekli gösterimle (bench-scale demonstration) şimdiden doğruladı.
Zorluk 2: Sıkı Formasyonda Uçuşun Stabilitesi
Uyduları bu kadar sıkı bir formasyonda uçurmak, kendi başına ikinci büyük zorluğu ortaya çıkarıyor. Planlanan yaklaşık 650 kilometre irtifada, birbirinden bir kilometreden daha az mesafede konumlandırılan uydular, hassas bir yörünge yönetimi gerektirecektir. Bu yükseklikte bile, Dünya’nın kütleçekimsel olmayan alanı ve zayıf da olsa varlığını sürdüren atmosferik sürüklenme gibi faktörler, uyduların pozisyonlarını bozabilir ve hassas lazer bağlantılarının kopmasına neden olabilir.
Google, bu sıkı kümelenmiş takımyıldızların nasıl etkileneceğini analiz etmek için sofistike fizik simülasyonları geliştirdi. Modelleri, kararlı formasyonları korumak için sadece mütevazı istasyon koruma manevralarının (modest station-keeping maneuvers) yeterli olacağını gösteriyor. Yani, uyduların yörüngede kalmak için harcayacağı ek yakıt ve enerji, projenin verimliliğini baltalayacak düzeyde görünmüyor.

Zorluk 3: Uzay Koşullarına Dayanıklı Donanım (TPU Testleri)
Projenin belki de en şaşırtıcı ve olumlu sonucu, Google’ın mevcut veri merkezi donanımının uzay koşullarına karşı gösterdiği beklenmedik dayanıklılık oldu. Google’ın kendi geliştirdiği TPU (Tensor Processing Unit) işlemcileri, uzayın en büyük tehditlerinden biri olan radyasyona karşı dikkate değer bir direnç gösterdi.
Trillium v6e Cloud TPU üzerinde yapılan testler, çiplerin, beş yıllık bir görevde maruz kalmaları beklenen kümülatif radyasyon dozlarının neredeyse üç kat daha fazlasına dayanabildiğini ve ancak bu seviyeden sonra düzensizlikler göstermeye başladığını ortaya koydu.
Sistemin en hassas noktası olarak görülen Yüksek Bant Genişlikli Bellek (High Bandwidth Memory – HBM) sistemleri bile beklenenden güçlü çıktı. Bellekler, ancak 2 kilorad dozajdan sonra sorun yaşamaya başladı. Bu değer, korumalı (shielded) beş yıllık bir görev için beklenen 750 rad seviyesinin oldukça üzerinde. Bu bulgular, Google’ın mevcut donanımını uzayda kullanmak için kapsamlı ve maliyetli “uzaya dayanıklı” (space-hardened) modifikasyonlara gitmesine gerek kalmayabileceği anlamına geliyor.
Son Engel: Finansal Sürdürülebilirlik ve Fırlatma Maliyetleri
Tüm bu mühendislik başarılarına rağmen, Project Suncatcher‘ın kaderini belirleyecek olan son faktör ekonomidir. Tüm bunların finansal olarak mantıklı olup olmadığı, tamamen fırlatma maliyetlerinin düşmeye devam etmesine bağlı. SpaceX gibi şirketlerin öncülük ettiği yeniden kullanılabilir roket teknolojisi bu maliyetleri dramatik ölçüde düşürdü, ancak Google’ın vizyonu daha da fazlasını gerektiriyor.
Google’ın analizi, fırlatma teknolojisindeki daha fazla iyileştirme ile maliyetlerin 2030’ların ortalarına kadar kilogram başına 200 doların altına düşebileceğini öngörüyor.
Eğer bu fiyat seviyesine ulaşılabilirse, uzay tabanlı bir veri merkezi kurmanın ve işletmenin maliyeti, Dünya tabanlı eşdeğer bir tesisin yalnızca enerji maliyetleriyle kabaca karşılaştırılabilir hale gelebilir. Bu, yapay zekânın enerji krizine radikal ve sürdürülebilir bir çözüm sunarak, geleceğin veri merkezlerinin Dünya’da değil, başımızın üzerinde, Güneş’in kesintisiz enerjisiyle çalışan takımyıldızlar halinde olmasının önünü açabilir.

