Sevgili TechDergi okurları, bugün 17 Mayıs Dünya Telekomünikasyon Günü‘nü kutlamanın heyecanını yaşıyoruz! Bu özel gün vesilesiyle, telekomünikasyon alanındaki önemli gelişmeleri ele almak için hazırlandık. Türkiye’de telekomünikasyonun kritik rolünü, küresel arenadaki yenilikleri ve çok daha fazlasını sizin için araştırdık. Bu özel içeriğimizde, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Sayın Doç. Dr. Bülent Bolat hocamızla gerçekleştirdiğimiz keyifli bir röportajı da sizinle paylaşacağız. Hazırsanız, telekomünikasyon dünyasında merak edilenlere adım atalım.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Bu alanı tercih etme sebebiniz nedir?
1973, Kahramanmaraş doğumluyum. 1989’da, o zamanki adıyla Yıldız Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü’nü kazandım. Benim hedefim zaten ya Bilgisayar Mühendisliği ya da Elektronik Mühendisliği idi. Ama Yıldız, bana elektroniğin yanında bir de haberleşme mühendisliği unvanı da verdi. Daha sonra yüksek lisans ve doktorayı da aynı bölümde, Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği’nde tamamladım. 1997 yılında yüksek lisansta iken araştırma görevlisi oldum, o tarihten beri de bu bölümde çalışıyorum. Bu süre içerisinde; bölüm başkan yardımcılığı, dekan yardımcılığı gibi idari görevlerim de oldu. Niye telekomünikasyon alanını seçtim derseniz, yani işin doğrusu ben seçmedim biraz hani telekom beni seçti. Ben yüksek lisansa girerken benim amacım devre ve sistemler üzerine idi. Çünkü ben kendimi değerlendirdiğimde o tarafta kendimi daha iyi hissediyordum. Fakat sınava girerken o zaman bize iki programa da başvurma hakkı verdiler. Hem elektroniğin hem haberleşmenin sınavına girdim, haberleşmeyi kazandım. Meğerse haberleşmede daha iyiymişim, o sınav bana bunu gösterdi. Ama sonrasında tercihimden de pişman olmadım, cidden geniş zevkli ve müthiş hızla ilerleyen bir alan.
Ben lisansı yeni bitirmiş taze bir mezun iken elektronik tarafı çok daha hareketliydi, iş imkanları daha fazlaydı, kimsenin yapmadığı yeni şeyler halen aklınıza geliyordu, oralarda kendinizi ispat etmek daha kolaydı. Ama 2000’lerin başında iş değişti. Türkiye’ye 1995’in sonları gibi artık her evin içine internet girdi ve hayatımızı çok acayip bir biçimde değiştirdi. Bugün hem sektörel hem de akademik anlamda telekomünikasyon tarafında müthiş gelişmeler var, ben de bu alanın içinde olmaktan şu anda çok mutluyum.
Türkiye’de telekomünikasyon sektörünün genel durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu anda sektör biraz üretici olmaktan ziyade tüketici bir konumda. Hizmet tarafında çok iyi, çok geniş ama ben biraz inovasyon tarafında, yeni teknoloji üretimi tarafında sektörü biraz geride görüyorum. Orada da belki bizim tarihsel alışkanlıklarımız, belki sermaye dağılımının henüz modern çağa uygun hale gelmemiş olması veya hizmet sektörünün daha düşük riskler ile daha yüksek kâr vaat etmesi; bizi o tarafta biraz bence bizi geride tutan sebepler.
Türkiye’nin telekomünikasyon altyapısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye, yapısı gereği teknolojiyi bir adım bazen bir buçuk adım geriden takip eden bir ülke. Çünkü atbaşı gidebilmeniz için üretiyor olmanız lazım. Fakat üretim açısından belli bir seviyenin üzerinde değiliz biz. O noktada birden fazla sebep var. Ne zaman giderilir, nasıl giderilir bilemiyorum. Ancak bu durum bazen de avantaja dönüşebiliyor. Biz bunu 2000’lerin başında yaşadık. Yine o yıllar internet yaygınlaşmaya başladığında; Amerika’daki bir ev kullanıcısı T1 hizmeti alırken biz halen 33600 Dial-up modemlerle çalışıyorduk. Sonra ISDN çıktı. Mesela Almanya eski PSTN şebekenin tamamını söktü çöpe attı, yani telefon santrallerini bile çöpe attı ve ISDN’e geçti. O arada Türkiye; İstanbul’da Gayrettepe-Ataköy-Etiler‘de 3 santrali ISDN’e geçirdi deneme amaçlı olarak. Ben o zamanlar Bahçelievler’de oturuyordum ve ISDN hizmetinin bittiği yerden birkaç km ötede kalan biri olarak üzülmüştüm. Fakat yaklaşık iki yıl sonra DSL teknolojisi gelişince mevcut PSTN şebekenin, ISDN teknolojisinden kat kat hızlı bir hizmet verebileceği anlaşıldı. Biz devam ettik eski teknolojiyle, Almanya ISDN şebekeyi söktü ve çöpe attığı PSDN şebekeyi yeniden kurdu. Teknolojiyi geriden takip etmenin bu tür avantajları da oluyor ama hani son kullanıcı tarafından düşündüğümüz zaman altyapı olarak biz olmamız gereken yerden uzaktayız. Bunu özellikle acil durumlarda görüyoruz.
Türkiye maalesef bu tür acil durumların, doğal afetlerin sık yaşandığı bir ülke. Deprem oluyor; o bölgeyi 3 gün, 5 gün, hatta bir hafta boyunca kaybediyorsunuz, haber alamıyorsunuz. Haber alamamak korkunç bir şey. 1999 depreminde bunu yaşadım. Ben o zaman Ankara’daydım, ailem İstanbul’daydı. O zamanlar ne yaşadığımı bir ben bilirim. Niye haber alamadım, çünkü uplink antenleri kaymış yani onları düzeltemediler. Onları düzelttiler bu sefer de aşırı yüklenmeden şebeke çöktü, onu da düzeltemediler. Bu tür aksaklıklar var, bunların giderilmesi lazım. Sadece afet durumlarda değil gündelik hayatın içerisinde de hani haberleşme teknolojileri yarın sabah yok olsa medeniyet çöker. Bu kadar etkin bir rol alacağını ben düşünmezdim telekomünikasyon sektörünün, ama bugün böyle. Telekomünikasyon bugün ki medeniyetin ayakta durmasının temel yapı taşı haline geldi. O yüzden de Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin böyle bir alanda geri kalması kabul edilebilir bir şey değil. Mutlaka altyapı eksikliğinin giderilmesi lazım.
Üniversitelerde telekomünikasyon eğitimi nasıl veriliyor ve alanda gözlemlediğiniz yetersizlikler nedir? Sektörün, mezun öğrencilerden beklentisi ve ihtiyaç duyduğu yetkinlikler nelerdir?
Sektörün ihtiyaçlarını biz periyodik olarak ölçmeye çalışıyoruz. Bizim bölüm özelinde söylemem gerekirse, biz uzun zamandır MÜDEK akredite bir bölümüz. Bu akreditasyonları da önemseyen bir üniversiteyiz. MÜDEK akreditasyon süreçlerinin içerisinde bir dış paydaş görüşleri alınarak bunların değerlendirilmesi sürekli beklenir. Gerçi ben o komisyonlarda olmadığım için o raporları doğrudan görmüyorum ancak benim gördüğüm, eski mezunlarla yaptığım görüşmeler doğrultusunda; bizde telekomünikasyon sektöründe biraz daha hizmete yönelik bir yapılanma olduğu için büyükler fazla bir şey beklemiyor. Fakat mutlaka yazılım yeteneği olsun istiyorlar. İletişim yeteneği de çok önemseniyor. Dediğim gibi bu durum hizmet sektörünün daha canlı olması ile ilişkili. Zaten mühendislik eğitiminin bir parçasıdır iletişim. Mühendis, başkasının derdini iyi anlayacak ki çözüm üretecek, ürettiği çözümü iyi anlatacak ki o üretimi kazanıma dönüştürecek. O yüzden bunlar bizim de önemsediğimiz şeyler. Bunun yanı sıra son yıllarda daha böyle yaratıcı, biraz daha cin fikirli insanlar aramaya başladı sektör. Daha önceleri biraz daha böyle klasik temel mühendislik formasyonuyla çıkmış olması yeterli deniyordu. Şimdilerde yaratıcı, kendini geliştirmeyi bilen insanlar aranıyor.
Eğitim tarafına gelecek olursak bizde yüksek öğrenim açıkçası bazı alanlarda ileri giderken bazı alanlarda da geriye doğru gidiyor. Mesela artık uluslararası ranking listelerinde Türk üniversiteleri yukarıya doğru tırmanmaya başladı. Biz örneğin fakülte olarak geçen yıl 250-300 bandındaydık, bu yıl muhtemelen 200-250 bandına çıkacağız. Hedefimiz önümüzdeki beş yıl içerisinde 200’den daha yukarı çıkmak. Tabi bunu yapmak için eğitim kadrosunun belirli bir seviyeye ulaşmış olması gerekiyor. O yetkinlikte hocalarımız var, sayılar artıyor ve kadrolar artık daha genişledi. Daha da genişlemesi şart. Kendi bölümüm için söyleyelim, bölüm tarihinin en kalabalık kadrosuna sahibiz. Pek çok farklı alanda uzmanlaşmış ve uluslararası tanınırlığı olan pek çok hocamız var. Ama ben kendi hesabıma keşke 15 hocam daha olsa, en azından 40 kişi olsak eğitim planımı ona göre yeniden formule etsem ve bambaşka bir düzeye taşısam diyorum. Bunun yanı sıra altyapı yine çok önemli bizim için. Laboratuvarlarımız sürekli güncelleniyor ve güncel tutmaya devam ediyoruz.
Eskiden bütçe konusunda yalnızca devlete güvenirdik; üniversite bütçesinden planlamamızı yapardık ve her yıl bize şu kadar bütçe, şu kadar malzemeyi yenilememiz lazım derdik. Bugün artık özel sektör firmaları da üniversitelere yaptıkları yatırımların, birkaç yıl sonra kendilerine artı puan olarak döneceğini fark etmeye başladı. O yüzden de Empa, Turkcell, Beko gibi firmalarla çeşitli ortaklıklar yapıyoruz. Mümkün olduğu kadar bize destek veriyorlar. Mesela TÜBİTAK BİLGEM de bizim önemli partnerlerimizden biri. Bunları da bizim iyiye doğru gittiğimizin göstergelerinden biri olarak görüyorum.
Türkiye’de hangi telekomünikasyon teknolojileri kullanılıyor?
Şu anda Türksatlarımız var. Kendi uydumuzu tasarlama kabiliyetine de kavuştuk. Askeri tarafta da radar ve kriptografi tarafında, telsizle haberleşme tarafında çok ciddi işler yapılıyor. Telekomünikasyon inanılmaz geniş bir alan. Özellikle askeri alanda mesela attığınız mühimmatla bile haberleşebiliyorsunuz. Onun içine kadar girildi, oralarda bir şeyler yapılıyor. Tabi bunlar askeri projeler olduğu için bilseniz de bilemiyorsunuz, bildiğinizi de söyleyemiyorsunuz.
Bize yansıyan tarafta ise; 5G hazırlıkları başladı, test yayınları yapılıyor. Dünyada da 6G çalışmaları başladı. Mesela eski hocalarımızdan Prof. Dr. Lütfiye Durak Ata‘nın 6G alanında ödül aldı. Güzel şeyler yapılıyor. Ama potansiyelimizi sonuna kullanıyor muyuz sorusu bende halen bir tarafta duruyor. Çünkü çok şey yapılabilir. Mesela TÜSEB, çeşitli proje destekleri veriyor. Onların için bu sene teletıp da var. Bu haberleşme ile sağlığın bir araya geldiği sektör. Önü korkunç açık bir alan aslında. Oralarda müthiş şeyler yapılabilir. Uzaktan hasta takibi, uzaktan teşhis, acil durumda erken uyarıya kadar şeyler de mümkün olabilir. Mesela hastalandınız, siz daha farkına varmadan doktor alarma geçip sizi hastaneye çağırabilir. Bu tür senaryolar yazılabilir. Buralarda yapılacak çok şey var, fakat bu alanda çalışan çok fazla Türk firma yok. Bu alana girecek özellikle küçüklerin ben önünün çok açık olacağını düşünüyorum.
Havacılık elektroniği tarafında radar tasarımları, haberleşme ekipman tasarımları yapabilme kapasitesine sahip Türkiye. O açıdan dediğim gibi yapılan çok ciddi işler var fakat daha öteye taşınabileceğini düşünüyorum.
Halihazırda bulunan 4.5G, gelişmekte olan 5G, ve şimdiden dünyada ilk adımlarını gördüğümüz 6G ve bunlarla birlikte gelişen yapay zekanın bu sektördeki etkileri neler olacaktır?
IoT ve 6G ile birlikte yapay zeka ve telekomünikasyon öyle bir yapışacak ki birbirine, ayıramayacaksınız. Son altı ayda yazılan 6G kitaplarının tamamı “6G ve Yapay Zeka” diye başlıyor. IoT tarafında da gelişmeler var. Büyük ihtimalle önümüzdeki 10-15 yılı şekillendirecek teknolojiler bunlar olacak, asıl hikaye buralarda dönecek. Her şey birbiri ile konuşacak artık. Yolda giden araç yalnızca diğer araçlarla değil; etraftaki yayalarla da, yayanın telefonuyla veya üzerindeki diğer cihazlarla iletişime geçecek. Doktor-hasta uzaktan takipleşecek. Kullanılacak haberleşme teknolojileri yapay zeka ile birbirine göbeğinden bağlı olacak.
Kullanabildiğiniz bant genişliği sınırlı. Bant genişliği haberleşme teknolojileri açısından bizim temel taşımız. Bundan 10 yıl önce kimsenin aklına gelmezdi ama bugün mevcut kullanabileceğiniz bant genişliği çok fazla doldu. Belki bir noktada kişi başına veri tüketim kotası getirilebilir. Çünkü hareket ettirdiğimiz veri miktarı korkunç büyüklükte arttı. Önceden HTML teknolojisi sınırlıydı. İnternet siteleri içinde görsel açılmasa da olur, sadece yazıyı okusak yeterli oluyordu. Ancak bugün televizyonlar bile internete bağlı. Videoyu, filmi internetten izliyorsunuz. Cep telefonları her birimizde en az bir tane. Taşıdığınız veri miktarı büyüdükçe kullanabileceğiniz bant genişliği de büyüyor. Aralarında doğrusal bir bağ var. Yani mecburen, bu veri miktarı arttıkça bant genişliği sıkıntısı çıkacak. Bu sefer bant genişliğini akıllıca planlamak zorunda kalacaksınız. Birine tahsis ettiğiniz bant içerisinde verinin taşınmadığı anlar varsa, o boşluklarda farklı veriler taşımak zorunda kalacağız. Buna Opportunistic Communication diyoruz, iş buralara gitti. Belki bu o kadar büyük bir ihtiyaç değil, fakat 10 yıl sonra bunlar vazgeçilmez şeyler olacak. Burada bir tahmin var, daha gerçekleşmemiş şeyi tahmin etmek zorundasınız. Bildiğimiz kadarıyla bunu da en iyi yapabilen şeyler yapay zekalar. İş buraya geliyor, başka yol yok buna mecbursunuz. Eskisi gibi yürümeyecek işler.
Mesela önceden klasik routing yapılırdı, veri tarif edilen yoldan giderdi. Sonrasında alternating routing algoritmaları çıktı. Artık akıllı routing algoritmaları var. Çünkü veriyi hareket ettirirken kullandığınız link başına para ödüyorsunuz. Acaba bu veriyi A noktasından B noktasına minimum maliyetle nasıl taşırım, minimum trafik oluşturarak nasıl taşırım gibi problemler; ağın büyüklüğü inanılmaz boyutta olduğu için insan gücü ile veya analitik olarak çözülemeyecek şeyler haline geldi. Analitik çözemediğimiz yerde sezgisel çözümler mecburen yapay zeka ile halledilecek. Yapay zeka olmadan modern hayat olmayacak gibi görünüyor.
Türkiye’nin telekomünikasyon alanındaki teknolojik gelişmelere ayak uydurmada başarılı olduğunu düşünüyor musunuz?
Öncesinde de cevaplamıştım ancak tekrara düşmek gibi olacak biraz. Açıkçası geriden geldiğimiz doğru fakat bu her zaman da bir dezavantaj da olmayabiliyor.
Telekomünikasyon sektöründe rekabet ortamı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Uluslararası alanda rekabet eden firmalarımız var. Ulusal ölçekte de hiç akla hayale gelmeyecek küçüklü büyüklü pek çok firma var. Dediğim gibi sektör çok büyüdü. Halen de o büyümeye devam edebilecek potansiyeli mevcut. Ancak daha yapılacak çok iş var.
Türkiye’de telekomünikasyonun, ekonomimize etkisi nedir?
Telekomünikasyon olmadığı zaman bugün ticaret olmuyor. Bugün ticaretin büyük bir kısmı internet altyapısı kullanıyor. Fiziksel mağaza açma gereği bile ortadan kalmak üzere. Böyle bir hayat zaten yaşıyoruz biz. O teknoloji artık sorgulanamaz halde. Bu soru kendini çoktan cevaplamış, çünkü haberleşme teknolojisini hayattan çıkarttığınız zaman sadece ticareti değil medeniyeti kaybediyorsunuz. O yüzden haberleşme bu alanda vazgeçilmez bir şey artık.
Telekomünikasyon, Türkiye’nin dijitalleşmesinde hangi noktada ve altyapısal olarak bilgi toplumuna ne kadar hazır? Ve telekomünikasyon altyapımız dijital oy verme yeterliliğine sahip mi?
Altyapı yatırımlarının arttırılması şart. Nüfus olarak da büyüyen bir ülkeyiz. Nüfus hızlı büyüdüğü için her türlü altyapının o hıza ayak uyduracak şekilde gelişmesi, geliştirilmesi lazım. O açıdan bir eksiğimiz var.
Dijital oy verme sistemi dediğimiz anda işin içine siber güvenlik boyutu da giriyor. Ona da regülasyonlar var, artık kanunlarımız hazır. Fakat o kanunların öngördüğü önlemleri almak veya bunu takip etmek için gerekli olan altyapı ve teknoloji yeterli seviyede mi o tartışılır.
Telekomünikasyon sektöründe dijital güvenlik nasıl sağlanabilir? Veri gizliliği ve güvenliği konusunda hangi önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Bir kere şunu biliyoruz, Türkiye’de kimsenin verisi güvende değil. Periyodik olarak seçim verileri, E-Devlet bilgileri yanlış kişilerin eline geçer. O alanda yapılması gereken çok şeyler var. Bu işleri takip eden özel bir birimin olması gerekir. Bu birime bağlı özel yetişmiş kolluk kuvvetlerinin olması gerekir. Dijital dolandırıcılık ülkemizde çok ciddi bir problem. Orada da halen geriden geliyoruz. BTK‘nin tek başına yapabileceği bir iş değil bu. Belki BTK‘ye bağlı, belki de BTK‘den bağımsız; ama mutlaka özel bir birimin kolluk kuvvetleriyle birlikte çalışması gerekir.
Nitelikli insan gücümüz mutlaka var. Bu konuda ciddi çalışan insanlar var. Ama işte devlet teşkilatlanması içerisinde buna yönelik özel bir yapılanma yok. Ancak böyle bir ihtiyaç var.
Dünyada telekomünikasyon altyapısının sürdürülebilirliği konusunda neler düşünüyorsunuz? Sektörde daha çevre dostu uygulamaların geliştirilmesi için ne gibi adımlar atılabilir?
Son yıllarda Green Communication gibi bir kavram popüler hale gelmeye başladı. Orada temel amaç daha sürdürülebilir bir teknoloji gelişimi sağlamak. Birleşmiş Milletler‘in de sürdürülebilir kalkınma raporları, programları var. Bu alanda, biz kendi açımızdan ne yaptığımızdan bahsedeyim. MÜDEK akredite bir kurumuz, 2026’da bu akreditasyonumuzu yenileyeceğiz. Örneğin akreditasyon kuralları yenilenirken; Yıldız Teknik Üniversitesi, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği bölümü olarak mezun ettiğimiz öğrencilere sürdürülebilir kalkınma ve bu başlığın altındaki temel kavramlardan bahsetmekle yükümlüyüz. Bunları program hedeflerine koymazsanız akredite olamıyorsunuz. Mecburen o yöne doğru gidiyoruz zaten. Daha çevreci teknolojiler geliştirilmeli, bu kapsam içerisinde RoHS uyumlu olmak zorundayız. Kullandığımız yarı-iletkenlerin bile RoHS standardına uygun olması gerekiyor. CE etiketi zorunluluğu da var. Bu etiket içinde çevreye yönelik tarifler de mevcut.
Nihayetinde sermaye kazanmak ister. Kazanırken neyi harcadığına çok da dikkat etmek istemez doğru. Ama regülasyonlar sektörü o yöne doğru itiyor. İsteniz de istemeseniz de o kurallara uymak zorundasınız.
Dünyada telekomünikasyon hizmetlerine erişimde eşitsizlikler ve hala geliştirilen Starlink gibi uydu-net teknolojilerinin bu eşitsizlikleri azaltma çabaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Daha önceleri Motorola’nın Iridium uydu zinciri vardı. Daha sonrasında Microsoft’a devrettiler. Microsoft’ta o uyduları kontrollü olarak düşürdü. Tekrar etmekte fayda var. Haberleşme teknolojisi medeniyetin merkezi oldu. O yüzden eğer medeniyetin faydalarından birileri faydalanacaksa, benim görüşüme göre herkes bundan faydalanmalı. Bundan dolayı haberleşme teknolojilerine herkesin olabildiğince eşit ve adil erişmesi lazım.
Kişisel olarak gelecekte telekomünikasyon sektöründe neler olmasını dilersiniz?
Daha büyük bant genişlikleri, daha kolay, daha ucuz erişim, daha özgürlükçü bir ortam isterim. Benim kuşağım internet ile ilk tanıştığında hiç kimse hiçbir şey bilmediği için kelimenin tam anlamıyla sınırsız bir özgürlük vardı. Sonra zaman içinde bu sınırsız özgürlüğün aslında başkalarının haklarının ihlali anlamına da geldiği fark edildikçe bazı düzenlemeler getirildi. Siber suçları önlemeye yönelik birtakım kısıtlamalar getirildi. Ki devletlerin kısıtlamaya yönelik attığı her bir adımda kıyametler kopardık, bağırdık, çağırdık onların da pek işe yaramadığı görüldü. Ama sonra devletler bir noktada kısıtlama haklarının olduğunun farkına vardılar. O yüzden kurallı olmak iyi bir şeydir, kendi adıma da hep bunu tercih ederim. Ancak kurallılık ile kısıtlayıcılık arasındaki çizginin belli noktalarda çok fazla aşıldığını düşünüyorum. Sadece erişilebilir değil, aynı zamanda insanların kendini özgürce ifade edebildiği bir ortamın da olmasını isterdim.
Okurlarımıza önermek istediğiniz bir telekomünikasyon film, dizi veya kitap nedir?
Bu sorular içinden beni en çok düşündüren bu oldu. Bu soru için epey ciddi uğraşmam lazım dedim. Kütüphanemi de biraz yere döktüm, ama en sonunda şuna karar verdim. Haberleşme hangi teknoloji seviyesinde olursanız olun, gerçekten hani medeniyetin çekirdeği. Bunu da en böyle net nerede gösterebilirim derken sonunda şuraya geldim. Cevap masanın üstüne duruyor: Nutuk.
Nutuk‘u tekrar okuyorum, ve tekrar okurken şunu bir kez daha fark ettim. Şeyi hepimiz biliriz, Manastırlı Telgrafçı Hamdi Bey. İstanbul’daki bütün telgrafhaneler, Ankara’ya; o işgal harekatını sokak sokak, satır satır tarif etmişler. Sonrasında yine Atatürk‘ün yazdıklarını okurken; Kuvâ-yi Milliye organizasyonunun, bir merkezi ve düzenli orduya dönüştürülmesi, o ordunun harekatının planlanması, hareket ettirilmesi, cephenin kuruluşu… Öbür tarafta; meclisin organizasyonu, savaş ortamında seçimlerin yapılması, kararların seçimlerle alınması gibi süreçlerde o telgraf hattı inanılmaz çalışmış. Zaten bir noktada Atatürk şeyi söyler. Bu telgraf hattı böyle çalışmasaydı, biz bu savaşı böyle organize edemezdik ve bu ülke kurulmazdı demeye getiriyor. Bu benim açımdan oldukça etkileyici bir şey. O yüzden de haberleşme hatlarını kaybettiğinizde bir ülkenin başına neler gelebileceğini, kurgusal olarak da değil; gerçekten yaşanmış ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bir parçası ve yaşanmış bir örnek olarak göstermesi açısından Nutuk‘un bu gözle tekrar okunmasını isterim.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
Öncelikle teşekkür ederim, aşağı-yukarı kafamda kurguladığım her şeyi söyledim ama son kez şunu belirtmek isterim. Haberleşme sektörünün önü çok açık. Yapılabilecek çok şey var. Bütün mesela biraz inovatif düşünmeyi başarabilen, özellikle de genç insanları bir parça doğru şekilde yönlendirme ve destek ile çok inanılmaz başarılar kazanabileceğini düşünüyorum. O yüzden de sektördeki büyük firmaların, risk sermayeleri yatırımcılarının, özellikle bu alanda bir şeyler yapmak isteyen gençlere destek vermesi gerektiğini düşünüyorum.
Dünya Telekomünikasyon Günü Röportaj Teşekkürü!
Öncelikle Sayın Doç. Dr. Bülent Bolat hocamıza, bize zaman ayırdığı, davetimizi geri çevirmediği ve verdiği değerli bilgiler için çok teşekkür ediyoruz. Ofisinde çok güzel bir röportaj gerçekleştirdik, bunu da telekomünikasyonun nimetlerinden faydalanıp sizlere aktarmak istedik. “Dünya Telekomünikasyon Günü Röportajı” burada bitti. Hoşça kalın!
Diğer haberlerimize buradan ulaşabilirsiniz!